24 Nisan 2024
DEPRESYON DEDİĞİN…
Bugün elime haftalık bir gazete geçti.Gazetenin içeriğine bakarken bir köşe yazısı dikkatimi çekti: “Depresyondan nasıl çıkarız ” başlıklı psikiatr bir doktor arkadaşımızın köşe yazısı. Okudukca üzüntüm arttı. Gerçi sekülerize edilip hikmetini kaybetmiş modern tıbtan farklı ve bütüncül bir yaklaşım beklemek zaten mucize olurdu ama insanlık tarihi kadar kadim bir meselede hala aynı şeylerin temcit pilavı gibi önümüze konmasıydı üzücü olan.Bu vesileyle daha önce bu konudaki düşüncelerimi ifade etmiş olduğum yazımı tekrar paylaşmak istedim.
***** ***** *****
Mevsim kışa döndü ya depresyon avcıları gazete köşelerinde,televizyonların kuşak programlarında arz-ı endam etmeye başlarlar ”Kış depresyonuna dikkat” diyerek.Hiç şaşırmayın beş altı ay sonra da bu defa ”Bahar depresyonuna dikkat ” diyerek boy göstereceklerdir.Dünyaya fazla sokulmaktan yaralanmış, ekranların ve sosyal medyanın kirine pasına fazla bulandığı için görüş berraklığını kaybetmiş, ruhu modernitenin ayazında üşümüş, azar azar eksilmiş nice insan var. Oysaki azıcık depresyon kimseyi incitmez, tam aksine hayata dair gerçekçi iç görüler sağlar.
Modernite ile birlikte modern çağ hastalıkları da beraberinde zuhur etti. Tabii ki bunları yeni bir illetmiş gibi gösteren zamane meddahları da. Ya kardeşim! 100 sene önce depresyon mu vardı? Güneş mi daha az ısıtıyordu?Hava mı daha az aydınlıktı?İnsanlar mıydı değişen ;yoksa mevsimler mi? Halbuki kış geldiğinde canımın sıkılması depresif duygulanmalara gark olmam bir yana içimi tarifsiz bir sevinç kaplardı. Fakülte yıllarımda kış demek mahalle aralarında satılan can simidimiz Hamsi demekti. Geceleri sokağın sessizliğini bozan bozacılar demekti. İki telli elekrikli ısıtıcıların üzerinde yaptığımız kestane kebabı, bir taraftan ders çalışırken öte yandan ocak üstünde tıkırdayarak ruhumuza neşve veren kuru fasulye demekti.Çalışmaktan kafamızın ağırlaştığı o uzun kış günlerinde sokak bekçisinin yalnızlığımıza yarenlik eden düdüğü bile ne kadar sıcaktı. Bir de hafta sonları Sıhhiye’deki Büyük Tiyatronun üst katında bulunan kırmızı maroken koltuklara attık mı kendimizi, iliklerimize kadar ısınmak bir yana sınıf atlamış gibi olurduk. Sırf bu zevki duyumsamak için Mehmet Ali erbil’i bile “Küheylan” isimli oyununda üç defa seyretmişliğim vardır.Ne Ankara’nın genzimizi yakan zehirli havası ,ne öğrenci olayları ne de terör; keyfimizi kaçırmaya yetmezdi.Belki arabamız yoktu, çoğu zaman fakülteye yürüyerek giderdik ama yürürken yürümenin erdemlerini farkederdik. Yürürken kainatı temaşa eder,yaratılıştaki güzellik ve ahengi farkederdik.Başka insanlarla, börtü böcekle konuşur kendimizi zenginleştirirdik. Yürürken tefekkür eder,vücudumuzu onun Sahibini hatırlar, kendimizi asli varoluşumuzla buluşturan metafizik deneyimler yaşardık. Bugünkü son model araçlarımız bize iğreti üstünlük, sahte itibar ve ve boş benlikten başka ne veriyor?.Mutlu olacak ne çok sebebimiz vardı o günlerde.
100 sene önce depresyonmu vardı ?
100 sene öncesine gitmeye gerek yok benim 70′ lerdeki tıbbiye yıllarımda bile bu kelimeyi duymuşluğum yoktur. O dönem psikiatrinin tıbbi bir dal olarak kabul edilmesi oldukca yeniydi. Her ne kadar ilk modern psikiatri kliniği Rasim Adasal hocamız tarafından 1945 de Ankara Tıp Fakültesinde kurulmuş olsa da akıl ve ruh hastalıkları ile ilgili meseleler uzunca bir süre önce Asabiyenin daha sonra da Akıl Sinir ve Ruh Hastalıkları uzmanlarının temel mevzusu olmuştur. Depresyon yerine mani melankoli denildiğini, diğer tüm ruhsal davranış bozukluklarının da nevrasteni(sinir yorgunluğu), paronoya,nevroz, fobik bozukluk,histeri,şizofreni gibi ana başlıklar altında tanımlandığını hatırlıyorum. Anksiyete( anxiety disorder,kaygı bozukluğu) kavramını ise fakültenin son yıllarında duymaya başlamıştım. Günlük yaşamımızda STRESS diye bir kavram yoktu.Evham yapma derdik. Stress lafıyla 80 lerden sonra ”Kişisel Gelişimciler ”sayesinde tanıştık. Depresyon kelimesiyle de çok sonraları Şarkıcı Teoman’ın o çok bilinen bestesiyle tanışmış olduk. Bir daha da hayatımızdan çıkmadı zaten.
Alain Ehrenberg isimli bir sosyolog vardır. Der ki; ”Depresyon modern çağların bir icadıdır” Modern çağda anerjik(enerjisi olmayan)tüketim çarkına girmek istemeyen,üretim çarkına da girmek istemeyen ve bir köşede enerjisiz oturmak isteyen insanlar anti depresanlarla tedavi edilip hayata katılmaya mecbur ediliyorlar.Küskünlüğe yer bırakmıyor sistem.Çünkü küskünler sistemin en çok korktukları insanlardır.Ürettiremezsiniz ;ayrıca tükettiremezsiniz. Oyuna getiremezsiniz..Politik oyunlarla reklamlarla aklını çelemezsiniz. Baştan çıkaramazsınız.Küskünler onun için zaman zaman çeşitli yaftalarla psikiatrik kategorilere sokulur.
.Batının merhametten yoksun zihniyeti HÜZNÜ kabul etmez.. 40 yıllık eşinizi mi kaybettiniz, en fazla 15 gün üzülebilirsiniz. Hüznünüz kederiniz 15 günü geçmişse depresyon kriterlerine göre siz hastasınız ve derhal antidepresan almanız gerekir. Kapitalist zihniyetin sizin işgücünüze ihtiyacı var ve sizin 15 günden fazla tüketici olmanıza müsaade etmez.
MODERNİTE birbirimize karşı olan SAMİMİYETİ ÖLDÜRDÜ. Paraya tahvil edilemeyen harşeyi silip atıyoruz.Hayatımızdan çıkarıyoruz.DOSTLUK gibi,YARENLİK gibi.İki arkadaş oturduğu zaman bile iş bağlayamıyorsa,ticaretle ilgili birbirlerinden bir menfaatleri yoksa,o dostluk arkadaşlık onlara para ,iktidar olarak geri dönmüyorsa o dostluğun bir hükmü kalmıyor.Oysaki insanın özüne ait değerler parayla satın alınmayan değerler.Para eksenli hayat tarzı paranın dönüştürücü gücü sosyal sınıf,din ,ideoloji ayırt etmeksizin insanları yozlaştırıyor. Temel değerlerini yok ediyor.Maddi değere yönelim insana iç huzuru ve güven duygusu olarak geri dönmüyor.Bu konuda sayısız çalışma var. Seçenekler bollaştıkça mutsuzluk tırmanıyor.Bollaşma beraberinde manevi darlaşmayı getiriyor.Varlık içinde darlık yaşıyoruz. Oysaki HAYATI BASİTLEŞTİRMEMİZ MİNİMALİZE ETMEMİZ HAYATIMIZDAKİ SAFRALARDAN kurtulmamız lazım.Yapmamız gereken: her şeyi eski sadeliğine döndürmektir, böylece bozulan düzenimiz yeniden kurulacaktır. Dünya da mutluluk sıralamasında orta Afrika kabilelerinin, Hindistan’ın,Peru’nun ve buna benzer kısıtlı imkanlarla yaşayan toplumların üst sıralarda olması ,buna karşın dünyanın en zengin en gelişmiş ülkelerinde insanlara yem verir gibi antideprasan verildiğine, insanların varoluşsal boşluğun anaforunda teselliyi uyuşturucuda aradığına ve intihar oranlarının tavan yaptığına şahit oluyoruz. ihtiyaçların asgariye indirilmesi,lüzumundan fazla olan şeylerin evlere sokulmaması,-tasadduk edilmesi-paylaşılması bütün kadim dinlerin bize vaazettiği öğrettiği bir şey.Hz.Peygamberin zekat konusunda kendisine yöneltilen ”Ne kadar verelim?” şeklindeki soruya ”İhtiyacınızdan fazlasını verin” şeklindeki cevabın hakikatini bugün bile idrak edemiyoruz.Bugün modern hayatın içerdiği bir mutsuzluk artışı var.Bütün teknolojik imkan ve kolaylıklara,refahın artışına rağmen insanın İÇSEL BOŞLUĞU büyüyor.İçindeki yakıcı sorulara cevap bulamıyor.Bütün bu değişim dönüşüm insanı varlık nedeni konusundaki sorulara manalı bir cevap vermekten alıkoyuyor.Sabahtan akşama kadar”Evleneceksen gel”, ”Kısmetse olur”, ”Gelinim sensin” gibi aptalca televizyon programları karşısında uyuşursanız, üç beş kelam edemezseniz,hayat monotonlaşıyor,anlamını kaybediyor, aşkın olanla rabıtanız kalmıyor,hayatın temel sorularını sormadan ve hakikat arayışına girmeden yaşadığınızı zannedip gidiyorsunuz.Bir de bakıyorsunuz ki geride birşey kalmamış.
TÜRK TOPLUMU olarak diğer toplumlardan farklı olan ÖZNEL bir yapımız var: Duygularımızı çok fazla içimize atıyoruz.Bir türlü kendimizi ifade edemeyen duygularını paylaşamayan insanlarda depresyon çok yaygın.Bazı insanlar birisi kendisini rahatsız etmesine veya birşeylerden rahatsız olmasına karşın onunla ilişkim bozulmasın, onunla kötü olmayayım ,beni hep iyi bilsinler, beni hep sevsinler diye buna katlanıyor.Katlanamayacağı yüklerle yükleniyor.Sonunda bu zorlanmalar karşısında kaybeden kendisi oluyor.
Depresyon konusunda size şablon bir metin sunabilirdim. Ders anlatır gibi ”Depresyonun biyolojik,genetik,psikososyal sebepleri vardır.Geçmişte yaşanan olumsuz olaylar travmalar,kayıplar,beklentilerimizin gerçekleşmemesi,zor yaşam koşulları,hayatı anlamlandıramama,kötümser olma,hayatın olumsuz yönlerini görme gibi nedenlerden olur. Hayata güzel bakın .Bu hayat size aittir.Önce kendinizi düşünün.Açık havada yürüyün.Arkadaşlarınızla buluşun” v.s gibi her kitapçı vitrininde bulabileceğiniz suya tirit tavsiyelerde de bulunabilirdim. Ama ben konuya farklı açılardan yaklaşmak istedim.Sebeplerine değinirken satır aralarında önlemlerine de işaret etmiş olduğumu düşünüyorum. Değinmek istediğim birçok meseleye değinemedim. Bunlarda en önemlisi ” inancın ve bağlanmanın ” depresyonun önlenmesindeki rolünü sorgulamaktı. Konuyu dağıtmamak adına değinemedim.İleride bu konuyu bağımsız olarak işleyeceğim..
DEPRESYON DEDİĞİN,DEPRESYON

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir