29 Mart 2024
~MOR MENEKŞE~
Nasıl oldu anlamamıştım. Bir tatil köyünde nehre sıfır bir restaurantra eşim ile birliktrie yemek yeyip etrafın güzelliğini seyrediyorduk. Üç aylık bebeğimiz masanın yanındaki bebek arabasındaki pusette uyuyordu. O an aniden hava öylesine karardı ki. Bir fırtına patlak verdi birdenbire. Herşey beş dakikada oldu. İnsanlar içeriye kaçma telaşındayken biz de eşyalarımızı toplayıp masadan kalkmanın derdindeydik.Şiddetli rüzgar masaların kenarındaki gölgelik şemsiyeleri uçuracak gibiydi her an. Acemi bir garson bizim masamızdaki şemsiyeyi tutmaya çalışırken bebek arabasına çarptı ve biz ne olduğunu anlamadan bebek puseti çarpmanın hızıyla arabadan ayrılıp bel izasındaki korkuluğuda aşarak nehre düşmüştü…
Ne olduğunu anladığımızda bizden on metre kadar uzaklaşmıştı bebeğimiz, fırtınadan azgınlaşan nehirde. Eşim Erkan saniye geçirmeden nehre atladı. Ben çığlıklar atıyordum. Her an boğulabilirdi bebeğim. Boğazım yırtılırcasına bağırıyordum adeta.Saniyeler içinde bir insanın aklı başından nasıl gider o an anlamıştım… Erkan ne kadar ileri doğru yüzmeye çalışsada akıntıdan hızla uzaklaşan pusete yaklaşamıyor, bebeğimiz hızla akıntıya kapılıp ilerliyordu azgın nehirde.
Yirmi kadar insan acı feryatlarıma dayanamayıp eşimin peşisıra atladı nehre. Hiçbiri yetişememişti. Ve puset, çamur rengini alan ve bir anda oldukça kabaran nehirde gözden kaybolup gitmişti. Ellerimi yüzüme tutarken tırnaklarım etime batmış. Yüzümün acısını ve tenime yayılan kanı hissetmedim bile.
Eşim Erkan ve nehre atlayan insanlar o saniye başlayan fındık büyüklüğündeki doluyla hiçbirşey yapamayıp kıyıya çıktılar. Deli gibi nehrin kenarından koşup bebeğimin peşinden gittim. Yüz metre kadar koşsamda önüme çıkan dikenlikler daha fazla ilerlememe izin vermedi… Kurtarma ekiplerine haber verildi hemen. Jandarma da seferber oldu. Bağırmaktan ağlamaktan sesim kısılmıştı. Dikenlerin arasına atladım bebeğimle aramız daha fazla açılmasın diye, ama kollarım ve yüzüm diken çiziklerinden kanlar içinde kalmıştı…. Ve orada ilerleyemeden kalakalmıştım
Tam yirmi dört saat o yağmur bir an kesilmedi. Nehir kabardıkça kabardı.Ve o gece kaç defa sinir krizi geçirerek bilincimi kaybettim hatırlamıyorum… Yağmur durduğunda nehrin kenarına gitmiştim bitkin bir halde. Başımıza böyle birşeyin geldiğine hala inanamıyorduk. Tam bir ay umudumu kaybetmeden herkese sordum. Jandarma ve kurtarma ekibi nehirde günlerce kızım Mina’yı aradılar…Ama en sonunda, herkesten, eşimden sonra bende pes ettim. Evladımızı kaybetmiştik… Bir ay çnce tatil için gittiğimiz şehirden eve döndüğümüzde sinirlerim harab olmuş, bambaşka bir insan olmuştum… En küçük şeylere kızıp köpürüyor, herkesi tersliyordum. Yumuşak ruhlu, uysal kadın gitmiş herkese bağırıp çağıran, olmadık şeylerden insanları kıran biri gelmişti sanki yerime… Eşim Erkan’a da çok çektirdim.Elimde değildi.İsyan etmiyordum ama, olanları kabullenemiyor, içimde biriktirdiklerimi öfkeyle dışarı vuruyordum… Hele çocuklardan nefret ediyordum artık. Ben çocukları çok seven, yolda küçük bir çocuk görsem onu güldürebilmek için türlü şakalar yapan bir kadındım biliyormusunuz?Bebeğimi kaybettikten sonra tam tersi bir durum oldu… Bir çocuk bana yaklaşsa tahammül edemiyor ve kızıp bağarıp uzaklaştırıyordum o çocuğu yanımdan. Benim seveceğim çocuk kendi bebeğim Mina olmalıyken hiçbir çocuğa dokunamazdım ki?Sevgimi onlara veremezdimki.
Bu sinir harbim hiç geçmedi. Olay yerindeki restaurantta bulduğum bebeğimin kırmızı patiğinden tekini öpüp koklamakla geçti yıllarım.Eşime çok zor şeyler yaşattığımıda biliyordum.Bazı geceler balkona çıkıp sessizce gözyaşı dökerdi çaresizce. Ve beni iyileştirebilmek için elinden gelenenin fazlasını yaptı iyi kalpli eşim.
Olaydan üç sene sonra işime dönebilmiştim.Bir yardım kurumunda koli dağıtmaktı görevim. Depremzedeler, evi yananlar, fakirlik çeken ailelere yardım ulaştırırdık…
Sonraları malum durumumdan dolayı afiste görevlendirildim. Bir gün ofisin kapısına on iki yaşlarıda bir kız geldi.Nasıl güzel gülümsüyor yüzüme bakıp görmeniz lazımdı. Ayağında o buz gibi havada yırtık bir terlik, üzerinde yırtık elbiselerle, üşüdüğü her halinden belliydi. İlk bakışta, boynuna ve bileğine tükenmez kalemle çizdiği bir kolye ile bilekliği gördüm. Takıları çok seviyor olmalıydı…
O gün büroda bir tek ben vardım. Kapıyı açtığında bir çocukla muhatap olacağımı hissettiğimde tüylerim diken diken olmuştu yine. Yanıma yaklaşıp,
-“Görevli aba, banada yardım kolisi verirmisin? -” deyip gülümsediğinde,
-“Ne sırıtıyorsun be? Yaklaşma bana. Hatta çık ofisten. Ben kapının dışına bırakırım. Sende alırsın-” diye bağırdığımda, korktuğunu ve sonra da gözlerinin yaşardığını hissetmiştim. Dışarı çıktı. Çaresizlikten gidemedi. Koliyi dışarı bırakmamı bekledi. Ve ben yardım kolisini koyar koymaz alıp koşmuştu. Koşarken içli içli ağladığını anlamıştım küçük kızın. Ama elimde olan birley değildi. İstemsizce yapıyordum bütün bunları…
Tam on beş gün sonra aynı kız tekrar geldi. Hiç gülmüyordu bu defa. Gözleri hep yerdeydi. Ve üzerindeki elbiselerin o günden beri hiç değişmediği okadar belliydiki.Çok gakir bir ailesi olmalıydı. Kapıyı çalıp başını içeri uzattı sonra .
-“Görevli aba… Kızmazsan yardım kolisi isteyecektim. Evde iki nüfusa bakıyorum. İçeri girmem birdaha söz. Dışarıya bırakırmısın? -” dediğinde içim eridi korkak bakışlarına. Ama yinede tek tatlı söz etmeden koliyi dışarı bıraktım. Sessizce alıp gitti…
Tam yedi ay boyunca, on beş günde bir gelip koli istedi benden.Bir gün yine gelip aynı cümlelerle yardım kolisi istemişti.O günde koliyi dışarıya bıraktım yine. Yeleğinin içinde sakladığı bir demet çiçeği bana uzattı o an.
-“Bu ne böyle? Neden verdinki bu çiçekleri bana?Daha fazla koli istiyorsan aklından bile geçirme. Her gelene bir koli-” demiştim. Sessizce,
-“Hayır aba.Yanlış anladın. Anne olmalısın…Öpüp, gözyaşlarıyla kokladığın o patik ten belli. Bende bilirim o güzel duyguları. Bu gün anneler günü. Çiçek verem dedim sana. Hakkımdan da fazlasını istemem zati. İyiki varsın abam. Sen olmasan aç kaldıydık.Kağıt naylon toplayıp satarım emme. Pek para kazandırmıyor ki. Bu koliye ihtiyacım var” – deyip, yüzünü yerden hiç kaldırmadan koliyi alıp kaçmıştı. Ters cevap vermemden korktuğu için kaçtığından adım kadar eminim…
Bir garip olmuştum. İçimi sıcacık birşey kapladı o an. Çiçekleri kokladım. Kendime de çok kızdım o kıza kötü davrandığım için. Elimde bir demet çiçekle eve tebessüm ederek gittiğimde eşim okadar garipsemiştiki bu halimi. Üç yıldır beni böyle gülümserken görmediğinden dolayıydı elbette bu şaşkınlığı…
Gece uzun uzun düşünmüştüm olanları. Sabah ise erkenden kalkıp alışverişe çıktım.On beş gün geçmek bilmedi benim için.
Ve on beş gün geçince yine geldi o küçük kız. Hiç yüzüme bakmadan kapıyı çaldı. Ve ne eksik ne fazla herzaman söylediği sözlerle benden yardım kolisi istemişti. Yanına gidip elinden tuttum. Eli buz gibiydi.İçeriye götürdüm onu sevecen bir tavırla. Ve kötü davrandığım için özür dileyip, yüzümde kocaman bir gülümsemeyle çiçekleri ve ince davranışı için teşekkür ettim. Adı Menekşeymiş. Hediye paketini aldım hemen ofisimdeki çekmecemden. Onun için aldığım bileklik ve kolye ise mor renkteydi. Kolye ve bilekliği gördüğünde sevinçten çığlık atmak istesede, hep ters tarafımı gördüğü için sakince sevindi. İçinde fırtılar koptuğu ışıl ışıl gözlerinden belliydi… Sonra aldığım kıyafetleri ve ayakkabıyı giydirdim ona… Korka korka boynuma sarıldı. Cesaretini toplayıp yanağıma bir öpücük kondurup gözleri yerde olduğu halde,
-“Teşekkür ederim aba. Beni ne kadar mutlu ettin bilemezsin. Senin gibi iyi insanların mükafatını rabbim verir. Geçende dediydim ya. İyiki varsın. -” demişti.
Mor takılar ve isminden sebep bir isimde ben takmıştım ona.
-“Birdaha sana asla bağırmam mor menekşe hanım. Affettin beni değilmi? -” deyip gülümsediğimde gözlerime bakıp tereddütle gülümsedi. Arkadaş olduk Mor Menekşe ile o günden sonra … Artık sadece onbeş günde değil, haftada bir gelip bana çiçek verirdi…Köylü şivesiyle kapıdan başını uzatıp,
-“Sude aba… Kolay gele-” diye bağırdığı anda günüme neşe gelirdi sanki.
Sevdiği sütlü kahveden yapardım müdürüm gelene kadar. Ve iyice ellerini ısıtıp öyle yolcu ederdim. İki sokak ötedeki gecekondu mahallesinde oturduğunu öğrenmiştim Menekşe’nin… Her gün gelmesini istiyordum artık. Ve eşim Erkan’a heyecanlı heyecanlı o tatlı kızdan bahsettiğimde bendeki değişime inanamamış çok mutlu olmuştu…
Yeni hediyeler aldım sonraki günler Menekşe’ye. Fakat o günden sonra gelmedi hiç ofise. Okadar merak etmiştimki onu. Bir hafta, on beş gün derken hala ses seda çıkmayınca, işten erken çıktım bir gün… Ve iki sokak geçip gece kondu mahallesine vardım. Meğer Menekşe’nin babaannesi vefat etmiş. Gece kondu sahibide biriken kiradan dolayı onu evden atınca mahalleden ayrılmış…
Bir hafta izin aldım işten. Beni tekrar hayata bağlayan o tatlı kızı aradım durdum sokaklarda eşimle birlikte. Karakola dahi gitmiştim. En sonunda şehrin bir ucunda bir alt geçitte bulmuş onu polis ekipleri. Hemen Erkan’la birlikte arabaya binip oraya gittik. Menekşe’yi kucağında bir çocuk olduğu halde bulmuştuk orada… Eski bir döşeğin üzerine oturmuş çocuğa mamasını yediriyordu…
Çocuğun kim olduğunu sordum.
-“Bende bilirim bu duyguları dediydim ya sağa Sude aba. Ben onun küçük annesiyim. Canım kanım pahasına bakarım beslerim evladımı-” dediğinde, Erkan da bende şaşırıp kalmıştık.Sonra sorularımıza dayanamayıp anlatmaya başladı herşeyi…
Muğla’nın bir köyünde nehir otururduk eskiden.Annem babam tarfik kazasında ölmüştü. Bende babaannemle yaşardım. Emmim çağırdıydı bizi o aralar İstanbul’a. Tam göç vereceğimiz vakıt bir fırtına patlak verdiki sormayın.Nehir azgınlaştı. Babaannem nehir suyu eve girip eşyaları ıslatmasın diye uğraşırken birden içeriye bir bebekle girdi. Öyle ağlıyorduki bebek. Azgın nehirde alarken sanş eseri gegek dediğimiz bir ağaç parşasıyla yakalamış bebeği. Herkese sorduk soruştuk kime ait olduğunu bulamadık.Birkaç gün daha uzattık göç işini. Ama gitmemiz gerekti. -“dediğinde nefesim kesilmişti sanki. Alt geçitte yanımızda vızır vızır arabalar geçerken sadece Menekşe’nin sesine odaklanmıştım… Devam ederken sözlerine vücudum ise tir tir titriyordu…
-” Emmim babaannemden imza alıp köydeki evini dahi elinden almak için niyetlenmiş meğerse.Ev, tarla üzerine geçince bizi koca şehirde birbaşımıza bıraktı. Babaannem yaşlı ve hasta haliyle çalışamayınca bende elimden geleni yaptım küçük ailemiz için.Şimdi babaannemde yok. Tek isteğim yıllarca annelik yaptığım bebemi gerçek annesine ulaştırmak. Birtek kırmızı patik var onu bulduğumuz günden kalan. Tek eşide yok zati-“dediği anda eşime sarılmış hüngür hüngür ağlamaya başlamıştım… Erkan da tir tir titriyordu o anlarda.
Bir rüyada gibiydim. Hemen Menekşe ve kucağındaki üç yaşlarındaki çocuğu hastahaneye götürdük. Bir mucize olmuştu… Yapılan testlerde, Menekşe’nin kucağındaki üç yaşlarındaki kız çocuğuyla benim test sonuçlarım aynı çıkmış ve öldü sandığımız Mina’mızı üç yıl sonra çok büyük bir mucizeyle kucağımıza almıştık tekrar. Koynumda üç yıldır saklayıp sürekli öpüp kokladığım kırmızı patiği çıkardığımda, ve olanları anlattığımda, Menekşe’nin gözleri nemlenmiş,büyük bir şaşkınlıkla,
-“Demedimmiydi sana aba? İyi insanlar mükafatını alır diye-” demiş ve yıllarca baktığı Mina’mı gözyaşlarıyla öpüp hastahane çıkışına yürümeye başlamıştı ağlayarak….
Göz yaşlarıyla koştuk arkasından. Eşim ve ben birbrimize baktık biran. Ve Menekşe’nin arkasından bağırdım sonra boğazım yırtılırcasına…
-” Sen okadar iyi yüreklisinki. Ya senin iyiliğin karşılıksızmı kalacak? Mina’mın küçük bir anne ye ihtiyacı var… Bizim ikinci evladımız olurmu sun? -” dediğimde nasıl heyecanla bize koştuğunuzu görmenizi isterdim…Yanaklarımızı öptü sarıldı drfalerca. Bir aile sıcaklığına nasıl ihtiyacı varmış meğer Menekşe’nin.
Biz kocaman muylu bir aileyiz artık. Bebeğim Mina bir mucize ile üç yıl sonra bana geri döndü.Olanlara hala inanamıyor, bazen kendimi rüyada sanıyorum. Mina’mın küçük te bir annesi var üstelik. Bu hayat bana şunu öğretti. Hemde küçük bir çocukla öğretti… İyi insanlar mikafatını alıyor bu hayattan. İnanın bana… Yaşadım ve tecrübe ettim. Er geç alıyor…
MOR MENEKŞE

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir